e-babil

                                                                Babil vs e-babil Internet neresidir?
                                                                                                           (poetikars.com dan alıntı)
  Eskiden gerçek mekanın yüzeyinin algısını belirleyen üç geometrik boyutun yanına bugün bir de maddenin üçüncü boyutu eklenmektedir: “Kütle” ve “enerji”den sonra “enformasyon” da gerçeklik tarihine girmiştir.
(Paul Virilio, Enformasyon Bombası)

   Gündelik içinde internet denen mecrayı nasıl ve ne için kullandığımız giderek çeşitlenmekte. İnternet ve yaşantımızın kesiştiği noktalar artık seyrek değil. Yazı, ses ve görüntünün hunharca kullanımı bir noktadan sonra bizi aşırı bilgilenmenin sınırlarında dolaştırıyor. Her KB (kilobit) bilgi, ihtiyacımız olandan çok daha fazla malumatı dilimize sokuyor. Aslında arabirimi bir ekran olan ve kendisinin neresi olduğunu bilmediğimiz (televizyondan biraz daha farklı olarak) insansız fakat remizlerle, izlerle, simgelerle dolu bu hiper-dünya gerçekliğin yerini almasa bile, onu yerinden edip duruyor.

  Hiç bir analojinin interneti tanımlayamadığı yerde, artık internet kendi gerçekliğini çelik kalaslarla aramıza dikmiş demektir. Örneğin bundan birkaç yıl önce interneti “bilgi otobanı”na benzetmek modaydı. Ama bilgi kazalarına dikkat çeken çok az insan vardı (örneğin Paul Virilio). İnternet üzerinde kullanılan dilin hem cismanîliği, hem de sanallığı katlanarak sorun düzeyinde ele alınmaktadır. Ve bu dilin edebiyat diline olan yakınlığı hipermetin dolayımında (hem ses hem görüntü hem de metin olan) çoğu kişi için can sıkıcıdır. Gazetelerde, haberlerde içine insan durumları sıkışmış “internet” bazlı hikayelere baktığımızda internet’in aslında neresi olduğunu bir türlü bilemediğimizi fark edebiliriz? Birisi ile internet’te konuşanlar vardır, birisi ile internet’te görüşenler ya da internet’ten birşey indirenler, internet’e birşey yollayanlar, örnekler çoğaldıkça internet’in ancak yanına birşey geldiğinde (bir fiil, bir nesne) Türkler için anlamlı olduğunu düşünürüz. Tek başına nedir internet, neresidir? Bilgisayar ekranı, modem cihazı, kablolar, klavye, kamera, mikrofon tarafından temsil edilemeyen “yer” olarak internet, ekranın kenarındaki saati de geçersizleştirmektedir. İnternet müptelası olmak nasıl birşeydir örneğin? İnsan bir yerin müptelası olabilir mi? İnsan bir maddenin ya da o madde üzerinden yaşadığı hazzın, rahatlamanın müptelası olabilir? Öyleyse insanlar, bilgisayar ekranının, klavyenin müptelası mıdırlar?    

  İnsanlar iletişimin müptelasıdırlar. Bilgi kazası, gündeliğin içinde internet denen mecrada olduğu kadar kesikli ve keskin çizgili değildir. Semantik açıdan ağ’ın dili, kendi mevcudiyetini (yani şu internet, bu internet yoktur) gizleyebilme yeteneğine sahiptir. Yani orada görünen herşeyin, altında özelleşmiş bir dil daha vardır. Yani internet denen mecra, tam da “yazının” cismaniliğinin kanıtıdır. O zaman yazılı iletişimin, yazı üzerinden hem söz, hem görüntü hem de ses olarak karşımıza gelebildiği bu mecra, yazı teknolojisinin en yüksek yeridir, henüz yıkılmamış bir babil: e-babil.

  Dikkat edilirse, internet, her dilde kendisini korumuştur. TDK’nin önerdiği karşılık “genel ağ”dır, bunu kullanmayı tercih etmeyiz. “Ağ” mecazi anlamı ile karşılayabilmektedir internet’i türkçede. Çünkü ağ’ın gerçek anlamı hiç bir şekilde zihnimizde internet’in sahip olduğu donanım yükünü karşılamaz. Öyleyse internet, bir noktada, Dil’in kendi kendisini dillerden bağımsız olarak bir üst-dil olarak kabul ettirmesinin resmidir. Bu noktada içinde başka bir dilin barınmasını, ikamet etmesini sağladığı için de Dil’in bir teknoloji olarak geldiği noktaları da gösterir. Internet için özelleşmiş olan dillerden birini kullanarak, genel ağın ancak bir kısmına saldırabilir ve orayı felç edebilirsiniz, ama bu geçici bir hasardır. Yazı kültürünün makina kültürüne karşı attığı gol de denebilir bunun için. Çünkü birkaç parça kod ile buzdolabınızı ve bankadaki hesabınızı değiştirmek elinizdedir. Yani özetle internet’in yazı dili ile olan ilişkisi oldukça cismani, gerçek ve somuttur.

İnternet ile şiir arasındaki ilişki, iki noktada sorunludur buna göre. Birincisi internet neresidir? İkincisi internet madem dillerin üzerinde bir dil simülasyonu ise, dilin gerçek mecrası olduğunu düşündüğümüz şiir dili ile ilişkisi nasıl gerçekleşir? Her türlü simgenin (yani motive edilmiş her gösterge) çarpışmaya hazır olduğu bir fazdan bahsederken, küçük bir sözlüğe tıkılıp kalmış şiir dilinin ilişkiler ağını zorlamak mı, yoksa göstergenin kendi boyutlarını katladığı yeni bir mecra olarak internet’i şiir için sınamak mı? Durmadan genişleyen bir İmkan yumağını Zaman ve Mekan boyutlarını şiir adına keşfe çıkmak mı? Eğer kitap sayfasının yerini alan şey ekranın muhayyilemize yakın koşulları ise, ortamın kendisinin ortamlararası olarak tanımladığı, dilin aslında dillerarası, göstergenin artık göstergelerarası olarak zenginleştiği yerden, yani özetle hiç bir yerden ve heryerden bahsediyorsak, Şiir ile İnternet arasındaki ilişki hakkında çoğumuzun hiçbirşey bilmediğini, ikincil kaynaklardan ve deneyimlerden bahsettiğini açık yüreklilikle söylememiz gerekiyor. Kavramsal açıdan internet ve insan hayatı/gündelik arasındaki devasa ilişki, bizden önceki kuşakların örneğin “televizyon kültürü ve kentli orta sınıf” arasında kurduğu ilişkiden çok daha zor ve Türkçe denklemler bekliyor çünkü. Çünkü teknolojiye bize özgü tepkiler gösterip, bize özgülüklerin ortalamasını kavram, teori, inceleme, sosyoloji diye birbirimize yutturduğumuz sürece, problemin bir aşama sonrasında takılıp kalmamız ve örneğin gramafon, daktilo, stenograf serisine karşı gösteremediğimiz fikir kırıntılarımızın, bizi internet karşısında çoğunlukla çaresiz bıraktığını görmemiz gayet doğaldır. Öngörüsüzlüğümüz arkasına sığınacak kadar da heybetlidir.

  Hüseyin Cöntürk’ün hipertekst konusunda yaptığı denemeler, bir eleştirmen olarak Şiir ve Mecralar arasındaki sorunu ne kadar ciddiye aldığının kanıtıdır. O zaman çıta orasıdır. O zaman görülebilecektir ki, internet ve şiir arasında kurulabilecek ilişkilerin hepsi, aslında internet ile dil arasında kurulabilecek ilişkilerdir. Çünkü internet, dilin kendisinin kendi kendisi için varolabildiği ve bu yüzden şiir ile büyük benzerlikler taşıdığı tek mecradır.

  Belki değinilmeyecektir ama ben yine de işin YKY’nin aldığı karar ile ilgili spekülatif bir yorumda bulunmak istiyorum. Yayıncının, hem eserin bütünlüğünü hem de yazarın haklarını korumak, hem de eserleri geleceğe doğru şekilde aktarabilmek için aldığı bu önlemler yerindedir. İnternet’in neresi olduğu sorusunun cevabının muğlaklığı sürdüğü sürece, şiirin orada nasıl temsil edileceği, sözlü, yazılı ve basılı kültür ürünü olarak şiir’in Söz ile ilişkisinin oldukça sallantıda olduğunun görüleceği, yazının ve kitabın belleği, insan belleğini büyük yüklerden kurtarırken, bu bilincin, şiiri de muhafazaya aldığını görebilir kişi. Yine de örneğin bir şiirin, bir okur tarafından “eksik” hatırlanması ile, bir başka mecraya “hatalı” yazılması arasındaki fark neden bu kadar önemlidir? Şiirin hatırlanabilirliğini sağlayan şey, onun sıkı yazılmış ve belleğe hitab eden hali midir, yoksa şair tarafından son şekli verilen halinin “yazıya geçirilmiş” halidir midir? Hangisi eksik hatırlandığında bir kazaya, bilgi kazasına sebebiyet verecektir, gelecek için, söz mü, yazı mı, kaydedilmiş söz olarak yazı mı?

 

                                                                                                                                     Serkan Işın
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol