bir lokma bir
Bir lokma, bir hırka
Okuyoruz: Hayâlî fakr şalına çekenler cism-i üryânı Onunla fahr ederler atlas u dîbâyı bilmezlerAşağı yukarı "Ey Hayalî!.. Çıplak bedenlerini fakirlik hırkası ile örtenler, bununla övünürler de (zenginlerin kullandığı) atlas ile ipekli giysileri kâle almazlar" demek olan bu beyte göre yazımızın konusu "fakr" ile "fahr".
Malum, İslam bir mücadele, bir gayret dinidir. Hıristiyanlıktaki sabır ve sükunun, aksine insana çalışmayı, kazanmayı, maddi ve manevi gayreti (cehd), belki coşup taşmayı emreder. Yüksek bir ahlak için nefisle mücadeleyi; güzel bir ömür için de dünya ile mücadeleyi önemser. İyi bir hayatı hem yaşamak, hem de yaşatmak Müslüman'ın hak ve/veya sorumluluğundadır. Bunun için din, çalışan ve kazananı her zaman övmekte, ayet de "İnsanoğlu için çalışmaktan (veya çalıştığının karşılığından) başka bir şey yoktur!.(Necm, 39)" buyurmaktadır.
Soru şu: Çalışmaya bunca değer veren bir din "bir lokma bir hırka"yı tavsiye ile tasavvufta büyük yer tutan "fakr (yoksulluk)" kavramını tervic edebilir mi? Hz. Peygamber'in "el-Fakru fahrî (Fakrım fahrimdir; fakirliğimden övünç duyarım)" buyurması ne mana taşır?
Fakr kelimesine sözlüklerde her ne kadar "yoksulluk" karşılığı veriliyorsa da tasavvufun bu yoksulluktan anladığı asla miskinlik demek olmamıştır. Ne var ki yüzyıllar ilerledikçe yozlaşan mistik anlayışlar ve tasavvufun yalnızca kabuğuyla ilgilenecek sığlığa düşen bazı şeyh taslakları buradaki inceliği ya kendileri anlamamış veya şahsî çıkarlarına uygun bulmamışlardır. Sonuçta dervişlerini bir lokma bir hırkaya özendirenler arasında, dünyalıklarını arttırdıkça arttıranlar çıkmıştır. Bunun için daha önceki sûfîlerin temsilî ifadelerini hakikat niyetine anlatıp kendi yorumlarını da buna ilave ederek bilhassa şiir vadisindeki sözlerin mecazlar dünyasından hakiki toplum hayatını yönlendirenlere rastlanmıştır. Söz gelimi Yunus'un, "Derviş bağrı baş gerek / Gözü dolu yaş gerek / Koyundan yavaş gerek / Sen derviş olamazsın" dizelerini hakikat niyetine tavsiye ederseniz karşınıza pasif, kişiliksiz, kimliksiz bir adam çıkar. Oysa Yunus bağrında yaralar açmış, salya sümük ağlayan, koyun misali güdülen miskin birisini değil bilakis acısı yüreğinde gizli, gözünde ağlamaya yaş taşıyan, öfkesi kabarınca koyun olmayı aslan olmaya yeğleyen bir dervişten söz ediyor. Bunlardan birincisi enseye tokat, ekmeği elinden alınan bir zavallıyı, ikincisi ise dünya işlerindeki başarısına paralel bir manevi dünyayı içinde taşıyan alpereni temsil eder. Bu durumda "fakr", fakir olmayı değil, müstağni bulunmayı tanımlar. Çünkü herkes gibi bir Müslüman'ın da Allah'ın yarattığı, ihsan ettiği nimetleri meşru surette kazanıp tatmaya hakkı vardır. Bu hakkı kullandığı vakit de onları kendisine ihsan eden Müteal'e şükrederken aslında bütün bu nimetlerin fani olduğunu bilir ve onlara bağlanıp kalmaz. En büyük nimetler ve servetler karşısında bile kimliğini, insanlığını kaybetmez, bilakis insanlık şeref ve haysiyetini o nimetlerin üstünde tutar. Dünyalık nimetler için insanî ve ahlakî özelliklerinden kıl kadar sapmaz; yokluğa düşse bile aynı ruh yüksekliğini muhafaza eder. Bu onun için yeterli fakr hali ve dervişlik yoludur. Dervişin yoksulluğu maddi imkânsızlık değil, bilakis bütün imkânlara sahip iken yoksul gibi yaşamasıdır. Yani her nimet elinizin altında iken o nimete erişemeyenleri de hatırlamak, böylece gerçek malik ve sahibin Allah olduğunu idrak etmek... O halde fakr, insanın kendisini daima Allah'a muhtaç bilmesi halidir. Böyle bilirse varlıklı olmak ile yoksul olmak arasında fark gözetmez, varlıklı iken de yoksulun halinden anlar, bilir, yoksul gibi yaşar. O yoksul gibi yaşayınca da iç dünyası zenginleşir, derinlik kazanır, olgunlaşır ve kemale erer, insan-ı kâmil elbisesini giyer. Aksi takdirde Yunus haklı çıkar; "Dilin ile şakırsın / Çok maniler okursun / Vara yoğa kakırsın / Sen derviş olamazsın."
Hıristiyanlıkta fakr bir köşeye çekilip ibadetle meşgul olmak, yani ruhbaniyettir. Ama İslam'da fakr, imanın faal ve diri tutulmasından ibarettir. Bu hal iradeyi keskinleştirir, sahibini haksızlık karşısında bir adım dahi geriletmez. Ve fakr sahibi olanın bileğini hiçbir kuvvet bükemez; sayısız mallar, güzel evlatlar, büyük şöhretler ve hatta ölüm bile. Fuzulî'nin "Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem (Padişah gibi bir fakir, muhteşem bir yoksulum)" mısraı da Hayali'nin yukarıdaki beytinde anlattığı düşünce de işte tam bu demek olur.
Bir zamanlar fakr, "bulunca dağıtmak, bulmayınca şükretmek" imiş, bugünün "fakr"ı ise, -zannımızca- "olunca şımarmamak, olmayınca üzülmemek"tir.
BERCESTE
Fukara kalbine her kim dokuna
Dokuna sînesi Allah okuna
İskender Pala